Her cumartesi olduğu gibi akşamdan çantamı hazırlamıştım; iki şişe su, yedek bluz, hırka ve çikolatadan oluşan çantam hayatta kalmamı sağlayacaktı. Kendi kendime ''Umarım çok yürümeyiz." diye mırıldanıyordum. Sabahın köründe kalkmak gözümde büyüyordu. Kahvaltı bile yapmayacaktık; çünkü yolda bunun için duracaktık. Her şeyi bitirip uyuduğumda biraz geç olmuştu.
Sabah uyanmak zor oldu. Salonda, annemlerin hazırlanmasını beklerken uyuyakalmışım. Bu sefer daha zor kalktım. En sonunda evden çıktık. Hava sabahın yedisinde nasıl olabilirse öyleydi. İnsanın içi ürperiyordu. Servise kadar bir uyurgezer gibi yürüdüm. Arabaya biner binmez uyudum. Sonra kahvaltı yaptık. Güne çikolatalı süt ve açmayla başladım. Kahvaltı yaptığımız kahvenin en iyi yönü bir sobaya sahip olmasıydı. Sonra tekrar arabaya bindik ve tekrar uyudum.
İki saatin sonunda Karaburun'a vardık. Diğer arabaların gelmesini bekledik. Sonra da gruplara ayrıldık. ''A'' grubundakiler orta hızda yürüyecekti. ''B'' grubundakiler çok hızlı yürüyecekti. ''Alternatif'' grup da az yürüyecekti. Ve bizim hangi gruba girdiğimizi tahmin etmesi pek zor değildi! ''B grubu!'' En yorucu olanı… Ben zaten buraya kadar parkuru bilmiyordum. Ama o an öğrendim ki; Karaburun'un zirvesine kadar hoş bir yürüyüş yapacakmışız.
Hayal kırıklığına uğramıştım. Ben bunun için mi sabahın köründe kalkıp buralara kadar gelmiştim?
Nedense yürüyüş başlar başlamaz yoruldum. Çünkü yokuş çıkıyorduk. Karşıda kocaman bir dağ vardı. Ve oraya çıkmamın bana bir faydası olacağını düşünmüyordum. Şimdiye kadar bir dağa tırmanmamıştım ve hayatımda bir eksiklik hissetmiyordum. Ne gerek vardı şimdi? Dağın üzerinde çalılar vardı. Bu işimizi daha da zorlaştırırdı. Ve ben durumdan yararlanmalıydım. Hemen harekete geçip pazarlığa başladım. Başarılı bir pazarlıktan sonra, dağa çıkmamın karşılığında "Magnum" sözünü aldım.
Biraz daha yürüdükten sonra anladım ki dağın üzerindeki şeyler dikenmiş. Dikenlerin arasından tırmanarak sanki asırlarca sürecekmiş gibi görünen bir yolculuktan sonra tepeye vardığımızda çok; ama çok yorulmuştum. Zirvedeki manzara yorgunluğumu hiç azaltmadı. Ayrıca, zirve soğuktu da. Bu yüzden doğru dürüst fotoğraf bile çekinemeden inişe geçtik. Dönüşte nar topladık. Hepsi de çok tatlıydı. İlk narlarımızı burada yemiş olduk.
En sonunda aşağıya indik. Balık yedik ve fotoğraf çekindik. Arabamıza binip eve geldiğimizde saat sekizdi. Sonra babam "Magnumumu" getirdi. Çok güzeldi. Ama hala bir şey değişmedi. O kadar yorulup dağa çıkmanın (dikenlerin arasında) bana hiçbir katkısı olmadı.
Banyo yapıp uyudum. Ve bir daha hiç dağa çıkmayacağım konusunda kendime söz verdim.
Gökçe GÜL
7-B 2110